17 Ağustos 2010 Salı

Kelimenin kare kökü

başnot : vereceğim örneklerdeki " - " işareti sonuna geldiği kelimenin mastar ekini anlatmak içindir. Yani "gören adam" sıfat tamlamasındaki "gören" kelimesinin kökü görmektir; demek yerine bu kelimenin kökü "gör-" dür diyeceğim.

Okullarda Türkçe derslerinde hep yapılan şeydir bir kelimenin ekini, kökünü bulmak. Gözlük kelimesinin kökü göz, kitapçının kitap, yıkatmanın kökü yıkamak... Bul bulduğumuz köklerin kökü nedir peki?

Yani "göz" kelimesinin mesela... Bunun kökü "kö-" dür. Nasıl mı ? Eskilere doğru gidildikçe bu kelime söyle bir yoldan bu günkü halini almıştır: gör-, kör-, kö- ... Yani Eski metinlerde kördüm, körüng, körsünler, vb. kullanımlara rastlanmaktadır. Bu kelimelerin incelemesini yaptığımızda: "kördüm= kö-r-dü-m" olacaktır. Bunu ispatlamak için "kö-" kökünden türetilmiş başka kelimelerin varlığına bakılmış ve karşımıza kö-r, kö-z gibi kelimeler çıkmıştır. "kö-z" ise günümüze tahmin edeceğiniz gibi "göz" olarak gelmiştir.

Demek ki "kö-" kelimesi görmek anlamında bir fiildi ve "köz (gör)" diye bir isim ve "kör- (gör-)" diye bir başka fiil bu kökten türedi. Fakat bunun gibi daha niceleri vardır ki insanı hayrete düşürecek ve Türkçe'nin gücünü ve geçmişini kavramasına katkı sağlayacaktır. Hemen lafı uzatmadan örneklendirelim :

  • (i-): bağlamak anlamında: i-ğne, i-plik, i-lik, i-lmek...
Bütün bu kelimeler bir şeyi başka birşeye bağlamada yardımcı olurlar...
  • (o-): yanmak anlamında: o-d (ateş), o-cak, o-dun... 
Yeterince açık sanırım.
  • (a-): ayrılmak anlamında: a-d, a-t, a-dım, a-yak
Ad, insanları birbirinden ayırırken at, insanı bir yerden başka bir yere götürür. Adım ve ayak ise kişinin bir yerden ayrılmasını sağlar...

Bütün bunlar Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu'nun bir makalesinden kaynakla yazılmıştır. Tam olarak doğruluğu ispat edilmemiş olsa da neyin ne olduğu gayet açıktır.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Eş Anlamlı Kelimeler


Yazılışları farklı ama anlamları aynı kelimelere eş anlamlı kelimeler mi denir? Bize öğretilen bu değil mi? Öss'de öyle çıkacak çünkü... Ancak hiç düşündünüz mü eş anlamlı kelimelerin aslında eş anlamlı olmadıklarını?

  • "Siyah" ve "kara" kelimeleri eş anlamlıdır değil mi? Peki biraz düşününce ''kara"nın biraz daha "siyah" olduğunu farkettiniz mi?
"Ak akça siyah gün içindir",
"Siyah bahtım kör talihim." Oldu mu? Bence olmadı.
  • Beyaz ve Ak... Bunda da ''Ak'' sanki ''beyaz''dan biraz daha beyaz değil mi? Akparti bu yüzden beyaz parti değil. 
  • Yüz-Surat-Çehre-Sima kelimeleri hepsi farklı bir yer tasvir eder aslında.
Örnekleri çoğaltmak mümkün... İşte bunlar Türk Dili ve Edebiyatı hakkında bilmek zorunda olmadıklarınızdan bence...

Üstüne redifli gazel

Süzme çesmin gelmesin müjgan müjgan üstüne
Vurma zahm-ı sineme peykan peykan üstüne

Rize-i elmas eker her açtığı zahma o şuh
Lütfu var olsun eder ihsan ihsan üstüne

Dilde gam var şimdilik lutf eyle gelme ey sürur
Olamaz bir hanede mihman mihman üstüne

Yardan mechur iken düştük diyar-ı gurbete
Dehr gösterdi yine hicran hicran üstüne

Hem mey içmez hem güzel sevmez demişler hakkına
Eylemişler Rasih'e bühtan bühtan üstüne
                                                    Rasih

İlk beyitti özellikle bilinmesi gereken kelimelerin başında zahm vardır. Zahm yara demektir. Divan şiirinde aşık daima yaralıdır. Sevgilinin bir bakışı ile aşığın gönlü yaralanır, bağrına oklar saplanır. Aşıkların yaralısı makbuldür. Yani aşıklar yaralı olduğu ölçüde sevgilisine bağlıdır. Yarası daima tazedir, kanlıdır, kanaması devam eder. Ezelden beri bulunan yara hiç iyileşmez giderek kötüleşir. Giderek kötüleşir ki acısı artsın aşığına kavuşsun diye. Bu çerçevede beytin açıklaması şöyle olacaktır : Ey sevgili! Gözlerini süzme ki, kirpik kirpik üstüne gelmesin; böylece bağrımda açtığın yaraya ok üstüne ok atmış olma.

İkinci beyitteki ana unsur ''rize-i elmas'' yani elmas kırıntılarıdır. Açılan yaraların üzerine elmas kırıntıları atılarak yaranın daha çok acımasını, kanlanmasını sağlayarak işkenceler yapılırdı önceleri. Buna istinaden beyitte şöyle deniliyor : Sevgili, açtığı her yaraya elmas tozu ekiyor. Lutfu var olsun; aşığına ihsan üstüne ihsanda bulunuyor. (Sevgilinin birinci ihsanı aşıkının bağrında açtığı yara, ikinci ihsanı da o yaranın kapanmasını engelleyen elmas tozudur).

Üçüncü beyitte şair sevince sesleniyor ve diyor ki : Ey sevinç gilde yani gönlümde gam var şimdilik lutfeyle sen gelme. Çünkü bir evde misafir üstüne misafir uygun düşmez. Ne alaka diyeceksiniz gam gibi değerli bir misafir var iken evde bir de sevinci ağırlamak mümkün değildir. Çünkü yara gibi gam da aşığın istediği bir şeydir. Yara nasıl büyür kapanmaz ve aşık böyle olmasını ister, aynı şekilde gam ile tecrübe aşığın istediklerinin arasındadır. Yeter ki gam sevgilinin gamı olsun.


Dördüncü beyitte ise ''Sevgiliden ayrı kalmıştık, bir de gurbetlere düştük. Felek bize hicran üstüne hicran gösterdi vesselam'' denmiştir. Buradaki birinci hicran sevgilinin ayrılık azabı, ikincisi de gurbet elemidir.


Son beyitte ise "Rasih için 'Hem içki içmez, hem güzel sevmez!' demişler. Zavallıya iftira üstüne iftira atmışlar.'' Çünkü Rasih içki de içer, güzel de sever.

Zahid

''Gör zahidi kim talib-i irşad olayım der
Dün mektebe varmış bugün üstad olayım der''
                                                 Bağdatlı Ruhi

Zahid kaba sofu demektir. Allah'ın buyruklarını yerine getirmekle birlikte, şüpheli şeylerden kaçınır. Dini konularda anlayışı kıt, her işin ancak dış kabuğunda kalabilen, derinlemesine inmesini beceremeyen, ilimi ve imanı dış görünüşüyle anlayan, bunu da ısrarla başkalarına anlatan ve durmadan öğütler verip topluma düzen verdiklerini sanan kişilere zahid denir divan edebiyatında. Dar kalıplı bilgileriyle çoğu zaman gülünç duruma düşerler. Samimiyetsiz, riyakardırlar.

Bu çerçevede yazılmış olan beytin açıklaması da şu şekildedir : Bak sen zahide doğru yolu gösteren kişi olmak ister ama daha dün okula başlamış bugün hoca olmak ister.

Tuti

''Bağteten olmuş iken tuti guraba hem nişin
Yine şekvayı gurab eyler garabet bundadır''

Şairi çok seven, çok takdir eden Kanunî Sultan Süleyman, Bakî'ye son derece güzel, iyi eğitilmiş, şiirden ve musikiden de çok iyi anlayan bir cariye armağan eder. Tabiî birçokları bunu kıskanırlar. Bakî ise, ''tûtî (papağan)'' adlı bu genç kızla pek mutludur. Bir gün tanıdıklarından biri, kıskançlığın da etkisiyle, şaire: ''bak ne kadar talihlisin; tûtî hanım gibi bir pırlantaya sahip oldun, değerini bil!'' yollu gevezeliklere kalkışınca, sinirlenen Bakî: ''be adam, bu işi ne kadar uzattınız. bize armağan edilen şey bir tûtî değil, nihayet bir kargadır.'' karşılığını vererek adamı susturur. Ancak, olay döne dolana tûtî hanım'ın kulağına gider. Hassas kadın, buna çok üzülür. Bakî'ye —sivrice burunlu ve esmer olduğu için— arkadaşları tarafından ''gurab (karga)'' lakabının verildiğini de bilmektedir. Bir gün şair eve gelir gelmez tûtî hanım, eşine bu beyti söyler.

Beytin tam çevirisi ise şu şekildedir : Güzel sesi ve duruşuyla papağan kargaya aniden aşık olmasına rağmen garabet bundadır diye şikayet eden yine kargadır.

Bevval-i çeh-i zemzem

''Bevval-i çeh-i zemzemi lanetle anar halk
Sen Ka'be gibi kendini hürmetle benam et''
                                                Ziya Paşa

Çok eskiden bir bedevi, meşhur olmak ve herkes tarafından tanınıp dünyada adını yaşatmak istemiş. Ancak kabiliyetsizin biri olduğundan hiç bir hususta kendini kabul ettirememiş. Sonunda Zemzem kuyusunun başına gidip içine bevletmiş (işemiş). Böylece ünlü olmuş. Ancak daha sonra adı yine unutulmuş ve ''bevval-i çeh-i zemzem'' yani ''zemzem kuyusuna bevleden'' sıfatıyla anılmış.

Bu beyitin tam çevirisini yapacak olursak : ''Zemzem kuyusuna işeyen'' insanı bütün halk lanetle anıyor; sen ise hala kendini kabe gibi hürmetli san, kendi kendine hürmet göster.

Na-muharrir

muharrir : tahrir eden, yazı yazan, katib, yazar, bir mevzuyu yazı ile anlatan kimse.

na : osmanlıcada olumsuzluk ön eki.

''muharrir ve ''na'' kelimelerinin sözlük anlamlarından çıkan sonuca baktığımızda '' Namuharrir'' yazar olmayandır. Neden bu ismi aldığım ise zaten yeterince açıktır. İş ''elle tutulur bir metin yazmadım, e yani yazar değilim de neden üzerine basa basa bu ismi aldım'' konusuna gelecek olursak... Bütün mevzu estetikte bitmektedir. Estetik öyle bir şeydir ki hem göze hem kulağa hitap etmelidir. Şöyle ki kulağımızı kapatıp muharrir dediğimizde (saçma olabilir) harflerin ağzımızın içinden dışarı doğru çıkışını hissediyoruz. Ya da kelimenin osmanlıca yazımındaki (محرر) estetik hat sanatı yapmayı gerektirmeyen bir doğallıktadır. E bu sebepler birleşince isim olarak düşünmeme fazla vakit de olmadığından bu ismi almak çok ta zor olmadı...


''Gör zahidi kim talib-i irşad olayım der,
Dün mektebe varmış bugün üstad olayım der.''

Beyitteki ''zahid'' gibi bir amacım tabiki yok. Bu yoldaki adımlarım sağlam ve yavaş olması gerektiğinin farkındayım. Namuharrir olan ben, muharrir olma yolunda ilk adımımı attığımı düşünüyorum. Bakalım neler anlatacağım neler yazacağım ben bile bilmiyorum...